Son günlerde Türkiye’nin önde gelen markalarından biri olan Köfteci Yusuf’un bazı ürünlerinde domuz eti bulunduğu iddiası, toplumda büyük yankı uyandırdı. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu yönde yaptığı açıklama, sadece gıda güvenliği ile ilgili değil, devletin itibarı ve hukuk sistemine olan güvenin sorgulanmasına neden oldu. Bir kesim bu iddiaların devletin markaya “çökme” girişimi olduğunu düşünüp iftira atıldığını savunurken, diğer kesim devlete gözü kapalı güveniyor. Ancak, asıl mesele çok daha derin: Bu olay, hukuka ve devlete olan güvenin zayıfladığını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Gazeteci Saygı Öztürk, Köfteci Yusuf (Yusuf Akkaş) ile ilgili yazılarında, özellikle “domuz eti kullanma” iddiaları ve organize suç örgütlerinin baskılarından bahsetmişti. 2021’deki bir yazısında, Akkaş’ın bu örgütlerin tehditlerine maruz kaldığını, işine çökme girişimleriyle karşılaştığını belirtmişti. Bu tehditlerden biri, “domuz eti kullandığını yayma” iddiasıydı ve Öztürk, bu suçlamaların bir kumpas olduğunu vurgulamıştı. Ayrıca, Öztürk’ün yazılarında Sedat Peker’in adının geçtiği ve bazı kişilerin Peker adına Akkaş’a yaklaşarak çıkar sağlamaya çalıştıklarını yazmıştı. Bu bağlamda, iddiaların yalnızca bir gıda güvenliği meselesi olmadığı, aynı zamanda büyük çaplı organize suç ağlarının bir uzantısı olduğu düşünülebilirdi.
İktidarın geçmiş seleflerinden rahmetli Necmettin Erbakan, sürekli olarak “adil düzen” vurgusu yapardı. Bugünkü yönetim de aynı vaatle yola çıkmış olmasına rağmen, adil düzen yerine yolsuzluklarla dolu, adi bir düzen inşa etti. Bu durum, hem hukuka güveni sarstı hem de devletin itibarını zedeledi. Vatandaşlar arasında, devletin tarafsız ve şeffaf olmadığına yönelik yaygın bir inanç oluştu. Bunun en somut örneklerinden biri olan Köfteci Yusuf olayında, halkın bir kısmı bu tür iddiaları bir çökme girişimi olarak yorumluyor. Devletin itibarına ve güvenilirliğine olan bu inanç kaybı, toplumsal huzursuzluk yaratırken ekonomiyi de doğrudan etkiliyor.
Daha önce de Koza-İpek Grubu’na kayyum atanması, Boydak Holding’e el konulması gibi olaylar kamuoyunda tereddütle karşılanmıştı. Ülker Grubu’na yapılan baskılar da çökme şeklinde değerlendirilmişti. Bu tür müdahaleler, devletin tarafsızlığı konusunda ciddi şüpheler yaratmış, devlete ve hukuka olan güveni zayıflatmıştır.
Bir ülkenin en büyük dayanağı, hukuk sistemine olan güvendir. Hukukun olmadığı bir ortamda ne ekonomi ne de sosyal yapı sağlam kalabilir. Hukukun eksikliği, dışarıdan gelen yatırımcılar açısından büyük bir soru işareti yaratır. Türkiye’ye yatırım yapmayı düşünen bir yabancı yatırımcı, bu tarz olaylar karşısında nasıl bir tavır takınır? Hukukun işlediğine, adil rekabet ortamının sağlandığına inanmadığı bir ülkede yatırımlarını güvenle yapabilir mi?
Türkiye’de hukukun üstünlüğüne duyulan güven azaldıkça, yerli ve yabancı yatırımcılar da tereddüt yaşamaya başlamıştır. Hukukun eksikliği, sadece yerel işletmeleri değil, küresel piyasalardaki yerimizi de tehdit eder. Bir ülkede adalet sistemine duyulan güven, vatandaşların günlük yaşamlarına kadar etkisini gösterir. Hukuk, sadece adalet değil, ekonomi, güven ve nihayetinde yaşamın kendisidir. Bir ülkede adalet yoksa, o ülkede hiçbir şeyin anlamı yoktur; çünkü adaletin olmadığı bir ülkede devlet, büyük bir çeteden başka bir şey değildir. (Augustinus)
Kalın sağlıcakla.