Hayat çoğu zaman avuçlarımızın arasında gibi hissettirse de, gerçekten öyle midir? Her sabah uyanıp rutinlerimizi tekrarlarken, sevdiklerimizle vakit geçirirken, hayatın aslında kendi mecrasında akan bir süreç olduğunu geç fark ederiz. Bu sürecin, bizim planlarımızı çoğu zaman umursamayan kendi kuralları ve ritmi vardır.
Her şeyi kontrol edebileceğimizi sanırız: Okuldan mezun olup iyi bir iş bulmak, evlenmek, çocuk sahibi olmak... Ama gerçekten her şey bizim kontrolümüzde mi? Hayatın bize borcu olmadığını fark ettiğimizde, bu kontrol yanılsamasından da kurtuluruz.
Hayatı bir borç ilişkisi gibi görmek en büyük yanılgımız.
Oysa hayat, bizim ona yüklediğimiz anlamların çok ötesinde, başka bir gerçekliktir.
Hayata anlam katan bizleriz; ancak bu, onun kendi doğasında bir anlam taşımadığı anlamına gelmez.
Bu farkındalık, bize büyük bir özgürlük sunar. Hayattan bir şey beklemediğimizde, karşılaştığımız her şey bizi daha az üzer.
Ancak, beklenmedik olaylar hayatımızı bir anda altüst edebilir.
Tıpkı Doğu Anadolu’da yaşadığımız deprem gibi; böyle bir felaket, hayatımızı aniden değiştirebilir ve tüm planlarımızı, beklentilerimizi, hayallerimizi yerle bir edebilir.
Bu tür olaylar, hayatın kontrolümüz dışında olduğunu ve her an her şeyin değişebileceğini hatırlatır.
Bir ilişkide de durum farklı değildir.
Karşımızdaki kişinin bizi her daim sevmesini bekleriz; ama hayat böyle bir garanti vermez. İnsanlar değişir, duygular evrilir, ilişkiler dönüşür.
Aslında hayatın kendisi de böyle değil midir? Sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde... Bu gerçekliği kabul edersek, hayattan ve insanlardan beklentilerimizi daha gerçekçi bir çerçeveye oturtabiliriz. Böylece, hayal kırıklıklarımız da azalır.
İş hayatında da benzer bir durum söz konusudur. Yıllarca çalışıp emek veririz.
Fakat bazen hayat beklenmedik sürprizler sunar: İşten çıkarılabiliriz, sağlığımız bozulabilir.
Bu olaylar bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. İşte bu noktada, hayatın bize bir şey borçlu olmadığını hatırlamak önemlidir.
Sahip olduğumuz tek şey, şu an ve bu anın içinde yapabileceklerimizdir.
Hayatın akışına teslim olmayı öğrendiğimizde, belki de gerçek huzura o zaman ulaşabiliriz.
Sağlık konusunda da aynısı geçerlidir. Sağlıklı olmak için elimizden geleni yaparız: Spor yapar, dengeli besleniriz.
Ama yine de bazen hastalıklar kapımızı çalar.
Bu da hayatın kontrolümüz dışında olduğunun bir hatırlatıcısıdır.
Elimizden geleni yapmamız önemlidir; ancak sonuçlar her zaman bizim elimizde değildir.
Hayatın bir diğer gerçeği de, eksiklik hissidir.
Hep bir şeylerin eksik olduğunu hissederiz: Daha fazla mutluluk, daha derin ilişkiler... Bu eksiklik hissi, hayatın doğal bir parçasıdır.
Belki de bu eksikliği kabullenmek, tamamlanmak için bir fırsattır.
Hayatın en büyük öğretisi belki de budur:
Hiçbir zaman tam olamayacağız ve bu eksiklikle barışarak yaşamayı öğrenmeliyiz.
Sonuç olarak, hayat kontrol edemeyeceğimiz bir nehir gibi akıp gider.
Bizim yapabileceğimiz tek şey, onun akışına uyum sağlamaktır. Hayat bize bir şey vaat etmez; o sadece olur ve akar.
Gerçek özgürlük, hayatı olduğu gibi kabul etmekte ve onun getirdiklerini kucaklamakta yatar.
Son olarak, hayatın beklentilerle değil, anlarla dolu olduğunu unutmadan yaşayalım.