Ekim, yalnızca takvimdeki bir ay değildir romantikler ve melankolikler için; o, ruhun en derinlerine dokunan bir çağrıdır. Göçmen kuşların kanadıyla uçup giden sıcaklıktan geriye kalan serinlik….Ekim’de yağmur yavaşça yeryüzüne inerken, romantiklerin iç dünyasında bir başka yağmur başlar. Her damla, bir sevdayı, bir yarayı, bir eksikliği hatırlatır. Aslında belki de Beyaz Gemideki o çocuğun umutsuzca uzaklara baktığı gibi, onlar da yağmura bakarken, kaybettikleri bir şeye özlem duyarlar.
Bu mevsim, cam kenarındaki sandalyede oturup, Sezen Aksu’nun o hüzün dolu şarkılarını dinleyerek, ince ince yağan yağmurun altında kaybolmanın mevsimidir. Ekim, içsel bir hesaplaşmadır, eski defterlerin karıştırıldığı ve belki de yeniden yazıldığı bir zaman dilimi. Romantikler bilir; bu yağmur sadece toprağa değil, kalplerine de düşer, onlara hayatın yumuşak ama acımasız döngüsünü bir kez daha hatırlatır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi: “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında; yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında.” İşte Ekim böyle bir zaman aralığıdır; hem geçmişin gölgesinde, hem geleceğin belirsizliğinde bir kayboluş. Ama bu kayboluş, hüzünlü olduğu kadar umut doludur da. Çünkü her yağmur damlası bir umut taşır; tıpkı kalpteki her yara gibi, sonunda bir iyileşme vaadiyle gelir.
Romantiklerin ve melankoliklerin gözünde Ekim, sadece bir geçiş dönemi değil; derin bir içsel yolculuğun başladığı andır. Her acı, her hatıra bu mevsimde yeniden su yüzüne çıkar. Ama bu acılar, aynı zamanda hayatı yeniden anlamlandırmanın, kendine yeni yollar çizmenin de başlangıcıdır. Belki bir fincan kahve eşliğinde, belki de yalnızca yağmurun huzurlu melodisiyle… Sessiz bir müzik gibi çalar Ekim yağmurları; ve bu melodiyi duyan herkes, içindeki o derin yalnızlıkla yüzleşir.
Romantikler için Ekim, en çok hissedilen ama en az konuşulan mevsimdir.