Hepimiz bir şeylerin eksik olduğunu biliyoruz. Adını koyamasak da, derinlerimizde bir boşluk hissiyle yaşıyoruz. Çünkü neyi unuttuğumuzu unuttuk. Ama bir gerçeği kabul etmeliyiz: Hatırlamak bir buluşmadır, kendinle, anlamla, hayatla buluşma. Unutmaksa özgürlüktür; fazlalıkları atar, sadeleşiriz. Sorun, neyi hatırlayıp neyi unuttuğumuzu seçemememiz.
Modern hayat, bizi her şeye sahip olduğumuza inandırıyor. Ama gerçekten elimizde ne var? Zihnimiz bilgiyle dolu ama kalbimiz bomboş. Dostluklar yüzeysel, sevgiler yarım yamalak, zaman hep yetersiz. Oysa hepimizin ihtiyacı basit ama derin: Gökyüzüne bakmak, kuş sesini duymak, bir dostun gözlerinde huzuru bulmak. Bu kadar.
Unuttuğumuz şey, bu kadar basit aslında. Kendimizi ekranlara, koşuşturmalara, sürekli tüketmeye kaptırdık. Kalbimizi susturduk. Ama insan, hissettiği kadar insandır. Ve hissetmek için önce durmalısın. Durup gökyüzüne bakmalı, rüzgarın sesini dinlemeli, toprağı hissetmelisin. Çünkü insanı insan yapan, kalbine dokunan bu küçük anlar.
Sor kendine: En son ne zaman gerçekten hissettin? En son ne zaman bir kuşun şarkısını dinledin ya da bir çocuğun gülüşüne baktın? İşte bu anlar, seni hayata bağlayan köprülerdir. O köprüleri inşa etmeden, hiçbir yere varamazsın.
Hayat zor değil, biz onu zorlaştırıyoruz. Sahip olduklarımızla değil, unuttuklarımızla boğuluyoruz. Bugün bir an dur ve hatırla: Gökyüzü hala mavi, sevgi hala iyileştirici, umut hala var. Bu gerçeklere inanmak, seni o boşluktan çıkarır.
Gökyüzüne bak ve unutma: Hayat, hissettiğin kadar gerçektir.