“Nimet ve Külfet” günlük yaşamda sıkça kullanılan Arapça kökenli sözcüklerdir. Türk Dil Kurumu’na göre “nimet” iyilik, lütuf, ihsan; yaşamak için gerekli her şey; yiyecek içecek, özellikle ekmek; yararlanılan imkân anlamlarına gelirken “külfet” kelimesi de sıkıntı, zorluk; büyük masraf olarak tanımlanır.
Yaşamımızın her adımı, aldıklarımız ve verdiklerimiz nimet ve külfet ile ölçülür. Gün içinde verdiğimiz emek, koşturmalarımız,akıttığımız ter ve yaşadığımız stres işin külfetidir. Bu külfetin sonunda elde ettiğimiz nimet ise yaşamımızı sürdürmek için gerekli ihtiyaçlarımızı karşılayan değerdir.
Bir yakınımızın, dostumuzun ya da meslektaşımızın acısını paylaşmak, sorunları ile ilgilenmek ve yardımına koşmak, derdine dermen olmak emek gerektirir ve bu bir külfettir. Ama sonrasında onlardan bir teşekkür almak kişinin mutlu olmasına hayata bağlanmasına vesile olan maddi karşılığı olmayan duygusal bir nimettir.
Türk Dil Kurumuna göre siyaset “devletin idari kademelerinde yer alan politikacıların ülkenin yönetimi, ekonomisi ve güvenliği kapsamında sürdürdüğü çalışmalar” olarak tanımlanıyor. Siyaset ile uğraşanlar ise; “karşısındakinin duygularını okşayarak çıkar sağlayan kimse” olarak nitelendiriliyor.
Siyaset kurumu ve siyasetçiler; ülkenin ve toplumun yaşadığı sorunlara çözüm üretir ve üretilen politikanın uygulamasını sağlarlar. Reel siyaset yani siyasi partiler ve sivil siyaset yani sendikalar ve meslek kuruluşlarının varlık nedeni budur.
Her iş ve eylemde olduğu gibi siyaset ile uğraşmak da bir emektir, yani bir “külfettir”. Ailenden, dostlarından, işinden ayırdığın zamanı topluma ve ülkene vakfetmektir. Bu emeğin, “külfetin” tek bir karşılığı vardır. Bu karşılık kimilerine göre insanların duasını kimilerine göre teşekkürünü almak ve takdir edilmektir.Siyaset ile uğraşmak duygusal olarak nimet maddi anlamda külfettir.
Peki, ülkemizde siyasi partiler, sendikalar ve melek kuruluşlarındaki yöneticiler nimet ve külfet ikilisinin neresinde duruyorlar? Yıllardır yöneticiliği ve milletvekilliğini bırakmayanların, hem il örgütünde hem de genel merkezde yöneticilikten vazgeçmeyenlerin fedakarlıklarının arkasında ne yatıyor? Bu külfete katlanmalarının nedeni ne? Sorunun cevabı tek bir sözcük: Çıkar. Peki bu çıkar toplumun ve ülkenin mi yoksa kendi, ailesi ve siyasi yandaşlarının mı? Bu sorunun cevabını,siyasi kurumlara ve siyasetçilere bakışın ne olduğunu Asal araştırma şirketinin sonuçları ortaya koyuyor.
Asal Araştırmanın, 26 ilde 17-27 Ağustos'ta 2 bin kişiyle yaptığı araştırmada katılımcılara "Türkiye'de en güvendiğiniz kurum hangisidir?" sorusu soruldu. Katılımcıların verdiği cevap yürekler acısı. Cumhurbaşkanlığı: %11.1, TBMM: % 10.2, Belediyeler: % 2.9 Politikacılar:%1.0. Siyaset kurumuna ve siyasetçilere karşı güven yerlerde sürünüyor. Aynı durumun sendikalar ve meslek kuruluşları için de geçerli olduğu bir gerçek.
Çıkış yolu var mı? Elbette. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi her sorunun bir çözümü vardır. İnsan; iyi ve kötü yanları, hırsları, özlemleri ve zaafları vb özellikleri olan bir mahluktur. Demokrasi insanların zaaflarını ve kötülüklerini engelleyen bir sistemdir. Demokrasi kurum ve kurallar rejimidir. Siyaseti, rant ve statü için yapanlara karşı yapılacak düzenlemeler siyasi kurumlara ve siyasete karşı güveni sağlar ve ülkemizi uçurumun kenarından doğru bir yöne çevirebilir. Bu mümkün mü? Mümkün. Nasıl olacak? Siyaseti maddi bir çıkar için değil güçsüzü, mağduru ve mazlumu sahiplenmek ve korumak için yapacak ahlaklı insanların siyasete girmesi ile.
Dostlukla kalın