Bu hafta Karar gazetesinin web sitesinde aşağıdaki haberi okuduğumda hiç de şaşırmadım:
Gallup’un “Global Emotions” raporuna göre Türkiye, dünyanın en sinirli ikinci ülkesi olarak belirlendi. 100 ülke arasında yapılan araştırmada Türkiye, yüzde 48 ile en yüksek sinirlilik oranına sahip ülkeler arasında yer aldı. Rapor, Türkiye’deki yüksek enflasyon ve otoriterleşen yönetimin öfke düzeyini artırdığını ortaya koydu.
Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye, dünyanın en sinirli ikinci ülkesi oldu. Dünyada Türkiye’yi Ermenistan, Irak, Afganistan, Ürdün, Mali ve diğer başka ülkeler takip ediyor. Avrupa’nın birincisi Türkiye. El Salvador ise dünyanın en mutlu ve pozitif ülkesi seçildi.
Raporda “Şiddetin yükselişinde ataerkil kültürün, eğitim sistemindeki eksikliklerin ve kötüleşen sosyoekonomik koşulların doğrudan etkili” olduğu belirtiliyor.
Öfkenin artmasında kültürel gen kodlarımızın etkisi bir gerçek; 2018 yılında başlayan, giderek derinleşen ve kalıcı hale gelen ekonomik krizle birlikte kurumlara karşı güvensizliğin artması ve adalet sisteminin çökmesi toplumsal çürümeyi beraberinde getirdi ve insanlarımız ciddi bir öfke sarmalı içine düştü.
İnsanoğlunun en büyük korkusu yaşamıyla ilgili endişesi olmuştur. Kendisini güven içinde hissedeceği koşullarda yaşamak istemiştir. Bunun için kişilerin ve kurumların arkasından gitmiş, onlara sığınmıştır.
ASAL araştırma şirketinin Eylül 2024 yılında yaptığı bir araştırmada insanlarımızın kurumlara karşı ciddi bir güven sorunu yaşadığı görülüyor. Halkımızın %19,7’si orduya, %16,5’i polise, %11,1’i Cumhurbaşkanlığı’na, %10,2’si TBMM’ye, %2,0’sı Diyanet’e, %1,4’ü yargıya, %1,0’ı politikacılara güvenirken %18,2’si hiçbir kuruma güvenmiyor.
Yasama, yürütme ve yargı kurumlarına duyulan güvensizlik ve yaşam koşullarının giderek ağırlaşması tahammülsüzlüğe, gelecek endişesine yol açıyor ve öfkeyi arttırıyor. Öfkenin kadın cinayetlerine, gençler arasında şiddete, başta futbol olmak üzere spora ve siyaset diline nasıl yansıdığını her gün yaşıyoruz.
Dizginlenemeyen kayırmacılığın ve enflasyonun gelecekle ilgili yarattığı endişe, başta siyasi kurumlar olmak üzere kurumlara karşı güvensizliği ve öfkeyi tetikliyor. Bu ruh hali insanlarımızı başka çıkış yolları aramaya sürüklüyor. Ne yazık ki bu çıkış yolu etik ve ahlaki değerlere uygun bir çıkış yolu olmuyor.
Süleyman Demirel’in 1991 yılında muhalefet partisi lideri olarak söylediği “Türkiye’nin birinci sorunudur enflasyon. Hakikaten bugün, enflasyon dediğinizi halk günlük yaşar, halkın birinci sorunu geçim sıkıntısıdır. Esas enflasyon devletleri yıkan bir olaydır. Milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı da değildir. Ahlakı bozar, borcu olan borcunu ödemez, alacağı olan alacağını alamaz. Hırsızlıktan, soygundan, fuhuşa kadar hemen hemen bütün yolları açar…” sözlerinin ne kadar anlamlı olduğu anlaşılıyor.
Öfke ve ahlaksızlık sarmalından kurtuluşun, huzur ve refaha varışın yolu siyasetçilerden ve siyasi kurumlardan geçecek. Ancak bugün siyasete egemen olan zihniyet değişmeden öfke sarmalı bitmeyecek, barış ve mutluluk gelmeyecek.
Artık “köye” dönüşen bir dünyada, sadece ülkesi için değil, aynı zamanda insanlık için de mağdurdan ve yoksuldan yana siyaset yapmayanların ülkelerine ve dünyaya verecekleri hiçbir şey yoktur.
“Komşusu açken tok yatanlar bizden değildir” söyleminin gereğini yapmayanlar, “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” bir dünyayı yok sayanlar olduğu sürece öfke dinmeyecek.
Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir dünya için uğraşanlar! “Öfkeniz”, umudunuz ve gücünüz daim olsun.
Dostlukla kalın