Hikâye bu ya, uçsuz bucaksız bir ovada koca bir öküz sürüsü yaşardı. Güçlüydüler, kalabalıklardı ve en önemlisi bir arada olduklarında hiçbir düşman onlara dokunamazdı. Çünkü ne zaman bir aslan yaklaşsa, hep birlikte karşı koyar, onu geri püskürtürlerdi.
Ancak sürüde bir öküz vardı ki diğerlerinden farklıydı: Sarı Öküz. Rengiyle dikkat çeker, sürünün en göze batanı oydu. Bir gün aslanlar, çalıların arasından sürüyü izlerken birbirlerine fısıldadılar:
“Eğer bu sürüyü bölmek istiyorsak, önce Sarı Öküz’ü almalıyız.”
Bir gece vakti sürüye yaklaştılar ve liderleri olan en yaşlı öküzle konuştular:
“Bak,” dediler, “bizim derdimiz sizinle değil. Bizi ilgilendiren tek şey şu Sarı Öküz. Onu bize verin, size dokunmayacağız.”
Sürü uzun uzun düşündü. “Bizim için bir tek öküzü kaybetmek mi, yoksa hepten yok olmak mı?” diye sordular kendi kendilerine. Sonunda Sarı Öküz’ü vermeye razı oldular. İçlerinden biri itiraz etti, “Bugün Sarı Öküz’ü verirsek, yarın başka birini isterler!” diye bağırdı. Ama diğerleri onu susturdu. “Bir şey olmaz,” dediler. “Biz yolumuza bakarız.”
Sarı Öküz’ü verdiler.
Başta her şey yolunda gibiydi. Ama birkaç hafta sonra aslanlar geri döndü. Bu kez bir başka öküz istediler. Yine verdiler. Sonra bir tane daha… Bir tane daha… Derken sürü küçüldü, güçsüzleşti. Artık ne zaman bir aslan gelse, kalan öküzler korkuyla titriyor, “Biz değil, başkası gitsin,” diyordu. Sonunda hepsi aslanların pençesine düşene kadar bu böyle sürdü.
Gelelim bugüne,
Sarı Öküz hikâyesini yıllardır anlatırız ama en çok da bugün hatırlamamız gerekiyor. Çünkü uzun zamandır benzer bir süreç izliyoruz. Önce DEM Partisi hedef alındı. Kayyumlar atandı, yöneticileri gözaltına alındı. Ses çıkaran oldu mu? Pek az kişi. Sonra gazetecilere operasyon yapıldı, basın susturulmaya çalışıldı. “Onlar zaten taraflı” dendi, kimse üstüne alınmadı. Ardından Zafer Partisi’ne yönelik çeşitli baskılar başladı, yine çoğu kişi ilgisiz kaldı. Daha sonra CHP’li belediyelere art arda soruşturmalar açıldı.
Ve şimdi sıra CHP’de İmamoğlu’na geldi.
(Bir sonraki hedefin Mansur Yavaş olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.)
Bugüne kadar “bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyenler, bugün “yılan kapımızın önünde” diyerek feryat ediyor. Ama unuttukları bir şey var: O yılan buraya bir gecede gelmedi. Adım adım, tıpkı Sarı Öküz’ü vererek açılan kapı gibi, göz göre göre geldi.
Bugün tepki verenlerin bir kısmı, dün olanları görmezden gelenlerdi. Çünkü o zaman mesele “başkalarının” meselesiydi. Ama mesele hiç de öyle değildi. Bugün Sarı Öküz’ü veren sürü gibi şaşkın haldeyiz: “Nasıl bu hale geldik?”
Yanıt çok basit: O gün itiraz etseydik, bugün böyle olmazdı.
Ama unutmayalım, hikâyelerde kader değişmez ama gerçek hayatta değişebilir.
Soru şu: Bundan sonra ne yapacağız?